31 Temmuz 2011 Pazar

Dr. Öz'ün ilkeleri ve hastalarına tavsiyeleri:

Dr. Öz'ün ilkeleri ve hastalarına tavsiyeleri:
New York`ta yerleşik dünyanın bir numaralı kalp cerrahlarından MEHMET ÖZ , yüzlerce başarılı kalp ameliyatının yanı sıra son olarak "yapay kalp mucizesi"ne de imza attı....
Dr. Öz'ün de içinde bulunduğu ekip, Amerika'da 59 yaşında bir hastaya yapay kalp nakletti.
Ø       Sigara içeni ameliyat etmem. Sigarayı bakmayan hastayı  kesinlikle tedavi etmem. Sigaranın belki de en büyük düşmanlarından  biriyim... Çünkü insanı öldüren bir şey. Hasta  kendini öldürmeye karar verdiyse ben ne diye onun için uğraşayım ki, şifa bekleyen onca hasta var, enerjimi onlara harcarım.
Ø       Sevgisiz insanin kalp riski yüksek. İnsanlara severek kızarım.  Herkesin de böyle yapmasını tavsiye ederim. Çünkü sevgisiz, kötülük düşünen, beddua ve küfür eden insanin kalp krizi riski ve ölüm oranı çok daha yüksek.
Ø       Dua etmek insani iyileştirir. Ben inançlı biriyim. Her ameliyatımda  mutlaka dua ederim... Bence duanın, meditasyon gibi şifa gibi, iyileştirici  özelliği var... Ameliyat sonrası  hastalarıma da mutlaka dua ettiriyorum. Bunun sağlıklarına çabuk kavuşmalarında müthiş bir etkisi var.
Ø       Doğu tıbbı çok gerekli. Ben de " klasik " tip adamıyım ama  alternatif yani tamamlayıcı tip yöntemlerini reddetmiyorum.  Akupunktura yüzde 100 inanıyorum... Çinliler bu minnacık iğnelerin sırrını  çözmüş. Ama bu tür tamamlayıcı tedavilerde insanın istemesi çok önemli. Doğu   tıbbında özgür irade ön planda.   
Ø       Hipnoz etmeden ameliyat etmem. Ben ve ekibim ameliyatlarım öncesinde  hipnoz kullanıyoruz... Çünkü hasta heyecanlanıp kalp krizi geçirebiliyor.  Sakinleştirici verdiğimde de sorunu geçici olarak çözmüş gibi oluyorum ama  kökenine inmediğim için problem devam ediyor... O nedenle hipnoz yapıp  sorunun kaynağına iniyorum.Hasta daha çabuk sağlığına kavuşuyor.  
Ø       Her gün aspirin içmeli. Hayatımda ilaç kullanmadım. Zorda  kalmadıkça kimseye de tavsiye etmem. Ama herkese hergün mutlaka bir aspirin  içmesini salık veriyorum. Ben de içiyorum. Aspirinin kanı sulandırdığını  biliyorduk ama şimdi yeni faydalarını da öğreniyoruz. Örneğin, vücuttaki  birçok doku tahrişini önlediğini yeni öğrendik. Aspirin ömrü uzatıyor.
Sağlıklı beslenme dikkat edilecek önemli konular:  
Çay yerine ıhlamur içilmeli. Günde en fazla iki çay ya da kahve  içebilirsiniz. Fazlası zararlı. Ancak ıhlamur kesinlikle zararlı değil,  dilediğiniz kadar için...
Sarımsak müthiş bir bitki... Vücudu koruyan hücreleri destekliyor, tansiyonu düşürüyor. Sarımsaktan çıkan maddeyi yüksek tansiyonlu kişiye  kullandığımızda, tansiyonu hemen düşüyor. Her gün birkaç diş sarımsak  yenmeli...  
Başka bir mucize sebze de ayşekadın fasulye. Türkiye'de bol  üretilen bu sebze bence her öğün, özellikle de çiğ olarak mutlaka sofrada  bulunmalı. Vücuda müthiş yararlı bir bitki...  
Semizotu da içindeki Omega 3 nedeniyle son derece faydalı. Çiğ yenirse, daha da yararlı. Biz her gün ailecek öbek öbek çiğ  semizotu yiyoruz.
Et yiyecekseniz, yanında mutlaka çiğ domates de olmalı.  Çünkü domatesin içindeki Lcyopin adlı antioksidan, etteki zararlı Omega 6 'ları yararlı hale dönüştürüyor.
Kayısı çok yararlı ancak 1 günde 1 avuçtan fazla yenmemesi  gerekiyor.
Karpuz ve kavunda ise ince bir dilim tercih edilmeli.
Üzüm ve muz, çok yüksek dozda seker içerdiği için daha az  tüketilmeli.
Her sabah aç karnına içilen bir bardak ılık suyun ardından bir  avuç ceviz çok iyi gelir. Ben her sabah alıyorum.
Artık sütün de “Sağlıklı olanı" çok zor bulunuyor. Hayvanlara verilen hormon ve antibiyotikler süte karışıyor ve saflığını yok  ediyor. Çocuklara soya sütü içirilmeli... 35 yaşın üzerindekilere sütün  içindeki laktoz pek iyi gelmiyor. Laktozu alinmiş süt yerine ise de bol bol su içilmeli.  
Balık hariç, kırmızı etle beyaz et aynı. Çünkü hem danaya, hem de tavuğa  yüksek dozda hormon ve antibiyotik veriliyor. Et yenecekse, hepsi yenebilir.   Fark etmez! Beyaz pirinç ve beyaz un son derece zararlı. Çünkü her ikisi de  yanınca şekere dönüşüyor. Yani ha avuç avuç toz şeker yemişsiniz ya da pilav ya da beyaz undan yapılan ekmek... Arada fark yok. Pilav ve ekmek için esmer un ya da esmer pirinci tercih edin.  
Lahana zayıflamak için çok ideal. Hazmı zor olduğu için tıkar ve kalorisi  çok düşük. Şişmanlık en az sigara kadar tehlikeli. Hatta sigaradan da çok. İdeal kilodan daha düşük kilolu olan insanlar uzun ömürlü  oluyor...

İdeal rejimler 1 haftada 1 kilo verdiren rejimlerdir. Diğerlerine  aldanmamak lazım. Eğer haftada 1 kilodan fazla kaybediliyorsa, vücuttan sadece su kaybediliyordur dikkat!..

PRATİK BİLGİLER

PRATİK BİLGİLER

31 Domates salçanız çok ekşi ise içerisine bir havuç rendeleyin. Havuç, salçanızı (sosunuzu) tatlandıracaktır.

32 Mantarların daha lezzetli olması için pişirmeden önce üzerlerine biraz tuz ve limon suyu koyun, 5 dakika bekletin. Daha sonra pişirin.

33 Fırında tavuk kızartacağınız zaman bir limonu ikiye bölün, yarısını tavuğun üzerine bastırarak iyice sürün. Diğer yarısını ise tavuğun içerisine yerleştirin. Tavuğunuz nar gibi kızaracaktır.

34 2 Çorba kaşığı yoğurdu, sulandırılmış 1 çorba kaşığı salçayı ve birazda zeytinyağını derin bir kabin içerisinde karıştırın. Fırına koymadan önce tavuğun her tarafına sürün. Çok daha lezzetli olacaktır.

35 Hazırladığınız kekin ortasına malzeme koyacağınız zaman bıçak ile kesmenize gerek yok. Dikiş ipliğini kekin etrafına gerip dikkatlice çektiğiniz zaman düzgün bir şekilde kesildiğini göreceksiniz.

36 Hazırladığınız kekin, fırında pişirirken çökmemesi için hamuru kalıbı ile birlikte fırına koymadan önce 20 dakika kadar dinlendirin. .

37 Pişirdiğiniz sebzelerin renklerini kaybetmemesi için bir kesme şeker yada limon suyu koyun.

38 Hazırladığınız omletin tavaya yapışmaması için, önce tavayı ocağa koyup iyice ısıtın sonra yağı döküp kızdırın. Daha sonra karışımı tavaya alin ve ocağın altını kısın.

39 Kesilmiş ve açık havada kalmış soğan zararlıdır. Kullanmadığınız soğan parçalarını saklamayın.

40 Çok miktarda alkollü ve alkolsüz kokteyller hazırladığınızda onlardan bir miktarını buz kaplarına yerleştirin. Kokteyllerin içerisine bunları kullanın. Böylece sulanıp tatlarını kaybetmeyeceklerdir

ÖZEL HAYATIMIZDA GÜVENLİK KONULARI

ÖZEL HAYATIMIZDA GÜVENLİK KONULARI
1) Vücudun en sert ve dayanıklı bölgesi olduğu için en iyi silahınız dirseğinizdir, kullanacak kadar yakınsanız, dirseğinizi savunma silahı olarak kullanınız.
2) Hırsız sizden cüzdanınızı istiyorsa, CÜZDANI ONA VERMEYİNİZ. Bunun yerine, cüzdanı uzak bir yere fırlatmayı deneyiniz. Hırsız sizden çok cüzdanla ilgilenirse, TERS İSTİKAMETE DOĞRU hızla kaçınız.
3) Herhangi bir şekilde bir arabanın bagajında kilitli kalırsanız, ayağınızla arka farları kırıp çıkartmaya çalışın. Oluşan boşluktan elinizi dışarı çıkarıp elinizi sallayarak dikkat çekmeniz mümkün olabilir. Aracın şoförü elinizi göremez, fakat arkadan gelen araçlar sizin zor durumda olduğunu fark edebilir.
4) Özellikle bayan sürücüler, iş çıkışı, alışveriş v.b. faaliyetlerden sonra, arabalarına binip birşeylerle uğraşma eğilimindeler (çanta düzeltme, makyaj tazeleme, cüzdan yerleştirme, fatura kontrolü gibi). BUNU YAPMAYINIZ. Bu zaman, kötü niyetli kişilere aracın sağ veya arka koltuğuna binip, başınıza bir silah tutma zamanı ve imkanı verir. Aracınıza biner binmez kapıları kitleyip, HEMEN hareket ediniz.
5) Aracınıza park yerlerinde veya evinizin önünde binerken dikkat etmeniz için birkaç öneri :
    a) Aracınıza binmeden sağınıza, solunuza,arkanıza, ön ve arka koltuklarına ve yerlerine
         bakarak etrafı şüpheli durumlar-kişiler için kontrol edelim.
    b) Şayet aracınızın yanına büyük bir kamyon veya Tır park etmişse, aracınıza şoför
         kapısından değil, yan kapıdan giriş yapınız. Birçok seri katilin, kurban kendi aracına
         binerken, kurbanlarını büyük araçların içine çektikleri tespit edilmiştir.
     c) Aracınızın yanına park etmiş olan aracın yan koltuğunda tek başına bir erkek
         oturuyorsa, belki alışveriş merkezine geri dönmek, sonra geri gelmek veya bir
         güvenlik görevlisinin sizi izlemesini rica etmek uygun olacaktır. Unutmayınız ki,
         temkinli olmak, pişman olmaktan daha iyidir.
         Hatta paranoik olmak, ölmüş olmaktan daha iyidir!
6) Merdivenleri kullanmaktansa, asansörü tercih ediniz. Issız merdivenler ve merdiven boşlukları her tür suç ve şiddet için uygun mekanlardır-özellikle de geceleri.
7) Saldırganın bir silahı varsa ve siz onun kontrolü altında değilseniz, KAÇINIZ. Onun sizi kaçarken vurma ihtimali 100 atışta 4'dür. Vursa bile, kurşunun yaşamsal bir organa gelme ihtimali daha da düşüktür. Koşarak kaçınız, hatta yapabilirseniz, zig zag çizerek kaçınız.
8) Bayanlar olarak çok duygusal ve sempatik yaklaşımlarımız olmaktadır. Bu devirlerde BUNDAN VAZGEÇİN. Bazı seri katiller bunu kullanmak için, ayağı kırılmış, bastona ihtiyacı olan, sakat kişiler rolünü oynamaktadır. Aracına binmesine yardımcı olmanızı isteyebilir ve orada sizi yeni kurbanına çevirebilir.
9) Son bir güvenlik uyarısı daha : Son zamanlarda katil veya hırsızlar, kurban seçtikleri ve yalnız olduklarını bildikleri bayanların kapısının önüne, bebek veya çocuk ağlaması kaydedilmiş teypler bırakıyormuş. Bu sesi duyan bayanlar meraktan veya merhametten kapıyı açtığında saldırıya uğrayabilirler. Lütfen her tür olağan dışı ses, gürültü v.s.'de MUTLAKA ÖNCE YARDIM ÇAĞIRINIZ.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Türkiyenin enerjideki umudu toryum

Türkiyenin enerjideki umudu toryum


Dünyada daha güvenli nükleer reaktörlerin nasıl inşa edileceği tartışılıyor. Yarım yüzyıldır ana tasarımı değişmeyen mevcut santrallerle devam mı edilecek, yoksa toryumla çalışan daha güvenli teknolojiye mi geçilecek?



Türkiye’nin enerjideki umudu: ToryumÇernobil ve Fukuşima facialarından sonra yarım asırlık geçmişi olan nükleer santrallerin yapısı sorgulanmaya başlandı. Türkiye’nin Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurmak için Rusya ile anlaşma imzalamasından hemen sonraya rastlayan Japonya’daki felaket, önemli dersler çıkarılabilecek nitelikte. Türkiye’nin katlanarak artan enerji ihtiyacı düşünüldüğünde kaynak olarak nükleer santral kaçınılmaz görünüyor. Fakat bunun en bağımsız ve ucuz şekilde nasıl yapılacağının üzerinde durulması gerekiyor.

Konunun uzmanlarına göre, ufukta toryum elementi ile çalışan santraller var. ‘4. nesil nükleer reaktör’ olarak anılan toryumlu santraller, bu elementin özelliklerinden dolayı patlama ve radyasyon konusunda daha güvenli olacak. Ancak Akkuyu’da kurulacak santralin de aralarında bulunduğu ‘3. nesil uranyum yakıtlı santraller’ tahtını bırakmaya niyetli değil. Bu tür santrallerde de güvenlik sistemleri artırılıyor. Toryum özellikle Türkiye için ayrıca umut verici bir gelecek vadediyor. Çünkü dünya rezervinin yaklaşık yarısı Anadolu’da. Türkiye toryumla çalışan nükleer santral kurabilirse bir anlamda enerji güvenliğini garanti altına almış olacak. Bu konuda ağır da olsa adımlar atılıyor.

Şimdi toryum bahsine ara verip Japonya’da deprem sonrasında yaşanan kazaya ve mevcut nükleer teknolojiye dönelim. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Enerji Enstitüsü Nükleer Enerji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Beril Tuğrul, 1950 ile 1970 arasında faaliyete geçen birçok reaktörde o günkü imkânlar çerçevesinde güvenlik tedbiri alındığını hatırlatıyor. İlerleyen senelerde iki önemli kaza oldu. 1979’da ABD’deki Three Mile Island ve 1986’da Ukrayna’daki Çernobil… Tuğrul’a göre bu olaylar nükleer teknolojide tecrübe kazanılmasına yol açtı. Nükleer santrallerde o güne kadar var olan kontrol odaları genişleyerek adeta kontrol salonuna döndü. Fukuşima’daki kazanın ana sebebi elektrik arızası sebebiyle pompaların çalışmaması ve soğutmanın yapılamaması. Tuğrul, yeni santrallerle birlikte gelişen güvenlik sistemini anlatırken artık reaktör başına her biri ayrı elektrik tesisatından beslenen 4 pompa konulmasını örnek gösteriyor. Nükleer enerjiden vazgeçilip geçilemeyeceği konusunda ise Tuğrul şunları söylüyor: “1986’dan itibaren 3. nesil dediğimiz santraller kuruluyor. Three Mile Island kazasından sonra 2. nesil ortaya çıkmıştı. Tabii ki güvenlik sistemleri gelişince santral inşa maliyeti de arttı. Bu durum, ilk yapılan santrallerin ömürlerinin uzatılmasına vesile oldu. Şimdi bu ilk nesil santrallerin ömrü tevsi çalışmalarıyla 40-50 yıla çıkarılıyor. Bu arada güvenlik sistemlerinin geliştirildiği söyleniyor. Fakat her ülke kendi kıstaslarına göre bu çalışmayı yapıyor.”

Türkiye 1950’de Atom Enerjisi Kurumu’nu kurduktan sonra onlarca kez santral kurmayı denedi. Ancak başaralı olamadı. Uzmanlara göre, bu enerji kaynağına geçmekte çok geç kalındı. Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Metin Arık, bu durumu coğrafyaya bağlıyor: “Çünkü bu coğrafya çevrenin insana iyi davrandığı bir yer. Dışarıda kalsanız bile (hava şartları sayesinde) yaşayabiliyorsunuz. Ama bazı yerlerde sert coğrafi şartlar var.”

Doğuş Üniversitesi’nden Doç. Dr. Serkant Çetin’e göre ise gecikmenin sebebi uluslararası nükleer enerji karteli: “Kendimizi eleştirecek olursak niye 50 sene önce Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi’ne (CERN) üye olunmadı? Şu anda ileri teknoloji üretebilen insanlarımız yetişmiş olacaktı. Sonunda Türkiye’nin CERN’e üyelik süreci başladı. Ama hâlâ bir kurumsal temsil belirsizliği var.” Sonunda Rusya ile Akkuyu’da nükleer santral kurulmasına ilişkin anlaşma imzalandı. İlk kazmanın vurulması için tarih beklenirken uzmanlar nükleer santrale olumlu bakıyor; fakat Türk bilim adamlarının yetişeceği millî bir tesis olmamasından dolayı çekincelerini de dile getiriyorlar.

Rusların Akkuyu’da kuracağı VVER-1200 tipi santral, türünün ilk örneği olacağı için eleştiri alıyor. Prof. Dr. Tuğrul, akademik bir yaklaşımla kamuoyunda sıkça gündeme gelen bu konuya açıklık getiriyor: “Reaktör kurarken iki yol izlenebilir. Ya son teknolojiyi alırsınız ya da kurucuya ‘bir referans santral göster’ dersiniz. Reaktörün kurulması 5-7 sene, kendini ispatı 2 sene sürer. Bu, ‘10 senelik teknolojiyi istiyorum’ demektir. Bizim seçtiğimiz, son teknolojiyi almaya yönelik. Referans santralde daha net mukayese edeceğiniz durum vardır. 2. nesil reaktörlerin güvenliği sorgulanıyorsa 3. nesile talip olmanın yerinde olacağına inanıyorum.”

Tartışılan diğer bir konu Akkuyu’da yapımı planlanan santralin zenginleştirilmiş uranyum ile çalışacak olması. Çünkü zenginleştirme işlemi dünyada belli ülkelerce yapılabiliyor. Bu durumda yakıtta dışa bağımlılık gündeme geliyor. Beril Tuğrul, zenginleştirilmiş veya doğal uranyum tercihinin avantaj ve dezavantajları olduğunun altını çiziyor: “Doğal uranyumlu reaktörlerin yakıtına ulaşmak kolaydır. Kendiniz yakıt teknolojisi geliştirmek istiyorsanız daha uygundur. Zenginleştirme çok daha karışık ve pahalıdır, çok büyük elektrik sarfiyatı gerektirir. Bir nükleer santral de onun için kurmak gerekir. Avrupa’nın zengin uranyum ihtiyacını, Avrupa ülkelerinin Fransa’da ortaklaşa kurduğu bir tesis karşılıyor. Benzer tesisler ABD ve Rusya’da da var. Ancak uranyumlu reaktörlerde 600 megavat, zenginleştirilmiş yakıt kullanılanlarda 1400 megavata kadar elektrik elde ediyorsunuz.”

Gelelim Akkuyu ihalesine... 20 milyar dolara mal olacak santralin finansmanını Rusya sağlayacak. Yakıtını işletici koyacak. İşe girecekleri de yetiştirecek. Türkiye, nükleer santral tasarımı, yakıt temini ve işletiminde de önemli bir sorumluluk almayacak. Üretilen elektriği ise 15 yıl garantiyle 12,35 dolar-sent’ten alacak. Enerji Bakanı’na göre bu maliyet bugüne güncellendiğinde 6,5 dolar-sent.

Peki, nükleer elektriğe ödeyeceğimiz bu miktar fazla mı? Tuğrul, önerilen fiyatı makul bulduğunu söylüyor: “Herhangi bir kredi bulmuyorsunuz. Bunun komisyonuna katlanmıyorsunuz. İşletmeye karışmıyorsunuz. Sonuçta ‘elektriği alırım’ diyorsunuz. Kurucu da tüm bu maliyetleri fiyata dâhil etmiş oluyor.”

Akkuyu’da kurulacak santralin benzeri olan Rusya Kalinin Nükleer Santrali’nin Başmühendisi Mihail Kanışev, 3 reaktörden elde edilen elektriğin kilovatının 1,22 ruble (0,043 sent) olduğunu açıkladı. Bu demek oluyor ki Akkuyu’dan alınacak 1 kilovat elektrik, Kalinin Santrali’nin üretim maliyetinden 287,2 kat fazla olacak. Eğer, Ruslar Türkiye’de de 0,043 sente elektriğin kilovatını mal edeceklerse Türkiye alım garantisi verdiği 15 senede üretim maliyetinin üzerine 80 milyar dolar ödeyecek. Rusya’daki santralin iki katı maliyet bile olsa işletici şirketin kârı 40 milyar dolar.

Akkuyu’nun sadece yer lisansı olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Tuğrul, Türk bilim adamlarının inşaat ve işletme lisanslarını denetleyerek önemli bilgiler edinebileceğini vurguluyor. Bu amaçla denetim elemanı yetiştirmek üzere İTÜ bünyesinde dersler konulacak. Fukuşima kazasına dikkat çeken uzmanlar, Mersin’de kurulacak santralin denetiminin hassasiyetle yapılması gerektiğini vurguluyor. Doğuş Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serkant Çetin, Fukuşima’da detayda kalan hayati bir ihmale değiniyor. Kazanın önlenememesini insan faktörüne bağlayan Çetin, “Kontrol yapan personel, çalışmayan soğutma pompalarını evrakta sahtecilik yaparak sağlam gösterdi.  Böyle bir durumda güvenli bir santrali dahi mahvetmek mümkün.” diyor.



Santralin kurulmasına karar verenler bu sayede Türkiye’nin nükleer teknolojide ilerleyebileceğini söylüyor. Prof. Dr. Arık’a göre ise bu sahada ilerlemek için illa da nükleer santral kurmaya gerek yok. Arık, bu konuda olmazsa olmazın deneysel olarak da olsa mutlaka reaktör kurmak olduğunu söylüyor. Arzuladığı reaktörün özelliklerini şöyle sıralıyor: “Yabancı bir devletin güdümünde olmamalı. Türkiye’nin kendi reaktörü olmalı. Dünya Atom Enerjisi Kurumu bu söylediklerimi duysa rahatsız olabilir. Bakın İran’ın başına neler geldi. Ki İran pozisyonunda haklı. Eğer siz kendi nükleer programınızı uyguluyorsanız, kötü niyetiniz olduğunu varsayarak size karşı menfi tavır alıyorlar.”

Mevcut teknolojileri irdeledikten sonra Türkiye’nin nasıl bir nükleer enerji stratejisi izlemesi gerektiği sorusuna cevap arayalım. Bu noktada toryumla çalışan nükleer santraller ön plana çıkıyor. Şu anda Fransa’da toryumla çalışan deneme amaçlı bir reaktör bulunuyor. ABD, Fransa ve Hindistan’ın 1000 megavatlık sıvı florür toryum ile çalışacak santral kurma girişimleri sürüyor. Konunun uzmanları bu tür santrallerin 2025 yılından sonra devrede olacağını tahmin ediyorlar.

Şu anda 3. nesil santrallerin mi yoksa toryumla çalışacak 4. nesle santrallerin mi tercih edileceği merak konusu. Prof. Dr. Beril Tuğrul, “Santral tercihini malzeme bilimi belirleyecektir. Biri diğerinin önüne geçebilir. Şu anda 4. nesil talip olmak çok uygun değil. 3. nesil ticarileşti.” görüşünü savunuyor.

Prof. Dr. Metin Arık da 3. nesil bir santralle nükleer enerjiye adım atılmasını ancak diğer yandan toryumun yakıt olarak kullanılmasını sağlayacak hızlandırıcı projesinden vazgeçilmemesi gerektiğini vurguluyor.

Arık, eşi Prof. Dr. Engin Arık’ın da savunduğu toryum alternatifini şöyle anlatıyor: “Bizim ilgilendiğimiz ve ümitvar gördüğümüz hızlandırıcı güdümlü sistemdi (ADS-Accelerator Driven System). Bu sistem güvenli. Çünkü reaksiyon dışarıdan verilen protonlarla yürüyor. Dışarıdan verilen protonlar, nötron çıkarıyor, o nötronlar nükleer reaksiyonu tetikliyor ve enerji elde ediliyor. Hızlandırıcıya dayalı sistemde, kurşun kabın içine toryum koyuyorsunuz. Toryum kendisi nötron yutarak parçalanmayan bir madde. Dışarıdan onu nötronlarla bombalıyorsunuz. Uranyum 233’e dönüşüyor. O parçalanıp enerji veriyor. Parçalanan yakıtı anında imal ediyorsunuz. Eğer bir şey yanlış olursa dışarıdan proton huzmesi kesileceği için sistem duruyor. Hatta sistem, kendi elektriği ile çalışabilir ve kendi kendine durur.”

“Rahmetli eşinizin CERN’deki atom hızlandırma çalışmalarına katılmasının amacı toryumun nükleer yakıt olarak kullanılması mıydı?” diye sorduğumuz Arık, şu cevabı veriyor: “Evet, eşimin CERN’de olmasının birinci sebebi buydu. Şimdi protonu hızlandıracaksınız ama ne yönden ve ne kadar hızlandıracaksınız? Toryumu yakmak için parçacıkların hızlandırılması lazım. CERN, toryumu yakmak için gerekenden bin katı enerjiye hızlandırıyor. Ama onu da yapmak lazım. Toryumu nükleer yakıt olarak kullanmak için ağırlığının 1–2 katı kadar ekonomik olarak hızlandırmak yeterli.”

Sözü Ankara’da 9 Mayıs 2011’de açılan Türk Hızlandırıcı Merkezi’ne getiriyoruz. “İşler olması gerektiği gibi gidiyor mu? Devlet ve hükümetten destek var mı?” diye soruyoruz. Arık “İşler hızlı yürümüyor.” diye söze başlayınca üzülüyoruz. Ama şöyle sürdürüyor sözlerini tecrübeli bilim adamı: “Bu biraz işin doğasında var. Eğer bana 10 sene önce sorsaydınız, ‘Aman böyle olur mu? Rezil ettiler derdim.’ Ama işler böyle yürümüyor. Artık daha tecrübeli, bilgili olduğum için kararlı ve yavaş yürümekte bir pozitif taraf olduğunu görüyorum. Acele etseydik yanlış yapma ihtimalimiz artardı.” Arık’a göre alt seviyelerden çatlak sesler çıkıyor ama Cumhurbaşkanı ve Başbakan projenin arkasında.

Türk Hızlandırıcı Merkezi projesinin diğer elamanı Doç.Dr. Serkant Çetin, dünya için önemli olan hızlandırıcı merkezi projesini fark etmekte geç kalındığının altını çiziyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu sahada araştırma yapacak bir enstitü, Ankara Üniversitesi (AÜ)’nde kuruldu. AÜ özverili ve lider davrandı. Hızlandırıcı araştırma amaçlı. Ayrıca TAEK proton hızlandırıcısı kuruyor. İlk test laboratuarı Gölbaşı’nda hazır gibi. İlk tecrübemiz olacak. O kurduğumuz tesis dahi bazı ülkelerdeki üniversitelerin üç beş tane sahip olduğu bir altyapı. Nihai hedef 15 sene sonra faklı büyüklükte atomu hızlandırmak. Bu teknoloji, nanoteknoloji, tıp tanı teşhisi, toryum kaynaklı yeni nesil santrallere kadar her alanda kilit rol oynuyor.”

Çetin, çalışmanın 6 ekip üyesinin 2007’de Isparta’daki uçak kazasında vefatıyla ivme kaybettiğini belirterek şunları söylüyor: “Toparlanmak zor oldu. Doğuş ve Boğaziçi Üniversitesi ekipleri olduğu gibi yok oldu. Onların yerini doldurmak zaman aldı. İvmenin azalması etkinliği düşürüyor. Durdu mu? Hayır, ilerleme var. Böyle bir şey başımıza gelmeseydi katedeceğimiz yoldan az gidildi. Engin Arık çok fazla motivasyon ve iş gücü ortaya çıkarırdı.” 

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Facebook mu, Google+ mı

Facebook mu, Google+ mı



Google'ın Facebook'u yerle bir etmek için hazırladığı Google+, 

Facebook'dan farklı neler sunuyor?


Google'ın yeni sosyal ağ girişimi ile Facebook'u tahtında yalnız bırakmak istemediği aşikar. Ancak Google+'yı kullanma şansı bulanlar, hizmetin diğer sosyal ağlarla olan benzerliklerine rağmen aslında farklı olduğunun da farkındalar. Dolayısıyla Google'ın Facebook'u onun yaptıklarını taklit ederek değil, Google'a özgü farklı bir rota izleyerek yenmek istediğini söyleyebiliriz.

Her şey içeriğe bağlı
Facebook kendine bağlı bir platform. Sürekli olan büyümesine rağmen yine de Facebook ve üçüncü parti uygulamalar ve bağlantılar hala Facebook tarafından denetleniyor ve yönetiliyor. Google+'nın ise başarılı olmak gibi bir zorunluluğu yok. Google+, Google aramasını kullanan kullanıcılarının diğer Google hizmetlerini kullanması gibi bir "kanal".

Bunun en iyi örneklerinden bir tanesi mobil işletim sistemi Android. Google, Android'i kullanmak isteyen üreticilere dağıtarak tek kuruş para kazanmıyor. Platform açık kaynak kodlu ve Motorola, HTC gibi şirketler onun üzerinde birçok değişiklik yapıyorlar. Google bu şirketlerin Android'den para kazanıp kazanmadığını muhtemelen kafasına takmıyor, zira mobil arama pazarında inanılmaz büyüklükte bir paya sahipler. Google+ da sonuç olarak benzer bir durumda. Google+ içerisindeki etkinlikler sayesinde kullanıcıların Google hizmetlerine daha bağımlı hale gelinmesi umuluyor. 

Circles ile Google Contacts daha fazla Google ürününe girmeyi başaracak, video sohbet hizmeti Hangout ise Skype'ın yerine geçmeye çalışacak. Instant upload ise mobil kullanıcıları Picasa dünyasına çekecek. Google+, daha çok Google temalı bir çevrim içi deneyim olacak ve platformun başarısına bağımlı olmayacak.

Circles, Twitter'a daha çok benziyor
Circles, başlangıçta Facebook grupları gibi görünse de arada belirgin farklar olduğu kesin. Bir Circle'a bir kullanıcı eklediğinizde, o kullanıcı sizi kendi circle'ına eklemeyebiliyor. Kullanıcı, circle'a eklendiğine dair bir uyarı alıyor, ancak bu uyarıyı yok sayarak hayatına devam edebiliyor. Onu yine de Circle'ınıza eklemiş oluyorsunuz ve paylaştığı her şeyi taikip edebiliyorsunuz ancak o sizin paylaştıklarınızı takip etmek zorunda olmuyor. Bu, muhtemelen Facebook'un Sosyal Grafiği ile onun Google+ sürümü arasındaki en büyük fark ve Twitter'ı anımsatıyor. 

Gizlilik
Google+'da instant upload ile cep telefonunuzdan fotoğraf yüklemek istediğinizde, bu fotoğrafa kimlerin erişebileceğini seçmek zorundasınız. Bir durum güncellemesi yaptığınızda, hangi grupların bunun görebileceğini seçiyorsunuz. Bu, paylaşma sürecine fazladan bir adım ekliyor ancak Google, bu sayede kullanıcıların web'deki içeriklerinde daha fazla denetimi olduğunu hissettirmeyi amaçlıyor. Bunun yanında Google+, varsayılan olarak SSL şifrelemesini kullanıyor (adres çubuğunda HTTPS olarak görebilirsiniz).

Fotoğraf paylaşımı
Google+, Picasa entegrasyonu ile büyük bir başarıyı elde edebilir. Facebook'un sosyal fotoğraflarda önde olmasının nedeni kullanımının kolay olması ve birçok kişinin bu fotoğrafları görme ihtimali. Google+ ise fotoğrafların EXIF verilerini görüntülemeyi, basit fotoğraf efektlerini ve düzenleme işlevlerini beraberinde getiriyor. Picasa büyük fotoğrafları kabul ediyor ve küçültmüyor, dolayısıyla Google+'daki fotoğraflar yüksek çözünürlüklü olabiliyor. Yani Facebook'daki sıkıştırma kaybı gibi bir durum yaşanmıyor (RAW yüklemeye izin verilmese de). Bu nedenle fotoğraf konusunda Facebook'a bir alternatif arayanlar, kendilerini Google+'da rahat hissedeceklerdir.

Google+'yı bir Facebook kopyası gibi görmek için birçok madde sıralanabilir, ancak hizmetin önemli farkları da bulunuyor. Google, sosyal paylaşım dünyasında ideal olduğunu düşündüğü fikirleri bir araya getirerek bunların bir melezini oluşturuyor. Google+'nın, Google'ın şimdiye dek ortaya çıkardığı en iyi sosyal ağ hizmeti olduğunu söyleyebiliriz.




hürriyet
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...