KOAH'ın kalp ve damar hastalıkları ile ilişkisi var mıdır?
KOAH’ ın sadece akciğerleri ilgilendiren bir hastalık olmadığı ve bunlarda başta kalp-damar hastalıkları ve akciğer kanseri olmak üzere diyabet, osteoporoz, kilo kaybı, iskelet kasları zayıflığı, depresyon gibi pek çok ciddi hastalığın çok sık görüldüğü anlaşılmıştır.
İlk bakışta bu hastalıkların KOAH’ ın bir komplikasyonu olduğu veya tedavide kullanılan ilaçların yan etkilerinden kaynaklandığı düşünülebilir ve bunun için de bazı kanıtlar ileri sürülebilir. Bunların en başında da hipoksemi yani kanda oksijen basıncı düşüklüğü ve hiperkarbi yani kanda karbon dioksit basıncı yüksekliği gelir. Vücudumuzdaki tüm hücrelerin, dokuların ve organların işlevlerini yerine getirebilmeleri için ihtiyaçları olan oksijenin sağlanması ve metabolik olaylar sonucu oluşan karbon dioksit gazının vücut dışına atılması akciğerlerin ana görevidir.
KOAH’ ta olduğu gibi dokuların oksijen ihtiyacının karşılanamadığı ve/veya kanda karbon dioksit miktarının arttığı durumlarda bu organların işlevlerinde bir takım aksaklıklar olması, yapısal hasarlar ortaya çıkması ve bazı hastalıkların gelişmesi beklenebilir.
KOAH tedavisinde kullanılan bir takım ilaçların da bazı hastalıkların ortaya çıkmasında önemli etkisi olabilir. Meselâ, uzun süreli kortizon kullanımının osteoporoz ve diyabet için, nefes açıcı ilaçların da kalp hastalıkları ve hipertansiyon için risk yarattığı iyi bilinmektedir.
KOAH’ lıların bazılarında ortaya çıkan akciğer damar basıncı yüksekliğinin (pulmoner hipertansiyon) de sağ kalp yükünün artmasına, kalbin büyümesine ve genişlemesine ve kalp yetersizliğine yol açması mümkündür.
Ancak, KOAH’ ın yukarıda sözünü ettiğim hastalıklarla birlikte görülmesini sadece hipoksemi, hiperkarbi gibi mekanizmalarla ve ilaç yan etkileri ile açıklamak mümkün olmadığı gibi, bu hastalıklara KOAH’ ın bir komplikasyonu olarak bakmak da doğru değildir. Elbette bunlar yardımcı faktörler olabilir, ama bu hastalıkların hafif ve orta derecede KOAH’ lılarda da sık görülmesi başka mekanizmaların da rolünün olduğunu göstermektedir.
Son senelerde KOAH, kronik sistemik enflamatuar sendrom adı verilen bir tablonun bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Kalp ve damar hastalıkları da bu tablonun bir parçasını oluşturmaktadır. Bu teoriye göre, bu hastalıkların ortaya çıkmasında ortak bir faktör rol oynamaktadır ve bugünkü bilgilerimize göre de bunun sistemik enflamasyon olma ihtimali oldukça yüksektir. KOAH’ lılarda hava yollarında saptanan enflamasyonun kanda ve akciğerlerden uzak organlarda da mevcut olduğunu gösteren bulgular giderek artmaktadır.
KOAH’ lılarda kalp ve damar hastalıklarının sık olduğunu gösteren ne gibi veriler vardır?
KOAH’ lılarda sık görülen kalp ve damar hastalıkları içinde koroner damar hastalıkları, kalp krizi, hipertansiyon, inme ve ciddi ritim bozukluklarını sayabiliriz.
Binlerce kişi üzerinde yapılan pek çok araştırma, kalp ve damar hastalıklarından ölüm riskinin KOAH’ lılarda yaş, cinsiyet ve sigara gibi risk faktörlerinden bağımsız olarak 2-3 misli fazla olduğunu göstermiştir. Başka bir deyişle de KOAH’ lıların %25-40’ ı bu hastalıklardan hayatını kaybetmektedir. Henüz genel kabul görmemiş olsa da, akciğer fonksiyon bozukluklarının kalp hastalıklarına bağlı ölümler için önemli risk faktörlerinden biri olduğu da ileri sürülmektedir.
Hafif ve orta derecede KOAH’ ı olan 5 binden fazla hasta üzerinde yapılan bir araştırmada 5 yıllık bir sürede bunların %13’ ünün en az bir kere hastaneye yatırılmaları gerekmiştir. İlk yatışların %42’ si ve ikinci yatışların %48’ i kalp ve damar hastalıkları sebebiyle gerçekleşmiştir. Buna karşılık alt solunum yolları enfeksiyonu sebebiyle yatışlar kalp-damar hastalıklarının ancak üçte biri oranında olmuştur.
Bu araştırmada FEV1’ de her %10’ luk azalmanın tüm sebeplere bağlı ölümleri yaş, cinsiyet, sigara içilmesi ve tedaviye uyum gibi faktörler düzeltildikten sonra %14 oranında, buna karşılık kalp-damar hastalıklarına bağlı ölümleri ise %28 oranında artırdığı belirlenmiştir.
Kalp-damar hastalıklarının sebebi nedir?
Kalp-damar hastalıklarının sebebi ateroskleroz yani damar sertliği’ dir. Ateroskleroz, arterlerde iltihap hücrelerinin, lipitlerin ve bağ dokusunun toplanmasıyla karakterize ilerleyici bir hastalıktır. Bu olayı başlatan esas faktör damar duvarını döşeyen endotel hücrelerinin altında LDL cinsi lipoproteinlerin toplanmasıdır. LDL, damar duvarından içeri girdikten sonra okside olur ve işte bu okside olmuş LDL de ateroskleroz oluşumu ile sonuçlanan bir dizi olayı başlatır.
İlk önce, damarları döşeyen endotel hücrelerinde adezyon molekülleri ve büyüme faktörleri açığa çıkar. İkincisi, endotel hücrelerinde nitrik asit yapımı baskılanır. Üçüncüsü ise monosit denilen hücrelerin kandan damar duvarına geçmeleri sağlanır ve bunlar makrofaj adı verilen hücrelere dönüşürler. Makrofajlar da okside LDL’ leri yutarak köpük hücrelere dönüşürler.
Bu köpük hücreler de çeşitli büyüme faktörleri salgılayarak bağ dokusu ve düz kasların çoğalmasına ve zamanla plak oluşumuna yol açarlar. Homosistein, anjiotensin II ve CD40 varlığında plak oluşumu hızlanır. Bu plaklar bağ dokusu ile kaplanır. En kolay zedelenen plaklar bağ dokusu örtüleri ince olan ve çok sayıda iltihap hücresi barındıran plaklardır. En fazla iltihap hücresi plakların köşelerinde bulunur ve buralar plakların en kolay kopan yerleridir.
Plak koptuğu zaman pulcuklar ve pıhtılaşmayı sağlayan diğer faktörler doku ile temas ederek pıhtı oluşumu ile sonlanan olayı başlatırlar.
Ateroskleroz ve enflamasyonun birbiriyle ilişkisi nasıldır?
Ateroskleroz kompleks bir olaydır ve ortaya çıkmasında birden fazla faktörün rolü vardır, ama plak oluşumuna yol açan olayların merkezinde düşük yoğunluktaki sistemik enflamasyonun olduğunu gösteren pek çok kanıt elde edilmiştir.
Normal fizyolojik şartlarda damarların yüzeyini döşeyen endotel hücrelere plak oluşumu başlatan lökositlerin yapışmaları mümkün değilken, diyabet, KOAH, obezite… gibi enflamasyonla birlikte seyreden hastalıklarda endotelde ortaya çıkan adezyon molekülleri lökositlerin buraya tutunmalarına imkân sağlarlar ve böylece de bir dizi enflamatuar reaksiyon başlar.
CRP gibi bazı moleküller de bu reaksiyonların ilerlemesine ve büyümesine yol açarlar. CRP çeşitli enfeksiyonlarda ve enflamatuar olaylarda karaciğerde sentez edilen bir proteindir.
Kanda CRP düzeyi ile kalp-damar hastalıkları arasında bir ilişki olduğu belirlenmiştir. CRP düzeyi ne kadar yüksekse kalp-damar hastalıklarına yakalanma ve bu hastalıklardan ölüm riski o kadar fazladır.
CRP yapımı enflamasyondan dolayı karaciğere gelen uyarıların etkisi altındadır. Bu uyarılar kesildiğinde CRP yapımı da durur. Bundan dolayı da kanda CRP ölçümü enflamasyonun varlığını ve derecesini gösteren çok önemli bir parametredir.
Bundan dolayı da kan CRP seviyelerine bakarak akciğer fonksiyonları, kalp-damar hastalıkları ve hatta ölümler hakkında da fikir edinmek mümkün olabilir.
Kalp hastalıkları ile sistemik enflamasyon arasındaki ilişkiyi gösteren kanıtlar nelerdir?
Sistemik enflamasyonun aterosklerozun oluşumunda rolü olduğunu gösteren kanıtlardan biri, sistemik enflamasyonu olanlarda kalp-damar hastalıklarının ve bunlara bağlı ölümlerin daha fazla olmasıdır. Bu gerçekten de böyledir. Mesela, romatoit artritlilerde artmış olan mortalitenin doğrudan kalp-damar hastalıkları ile ilgili olduğu gösterilmiştir. Bu hastaların metotreksat gibi bağışıklığı etkileyen ilaçlarla tedavilerinin kalp hastalıklarına bağlı ölümleri azalttığını göstermiştir.
Aynı şekilde sistemik enflamasyonla birlikte olan lupus hastalığı olanlarda da ateroskleroz riski 2-3 kat yüksek olduğu, enflamasyonun şiddeti arttıkça ateroskleroz riskinin de arttığı saptanmıştır. Bu hastaların kortizon ve siklofosfamit gibi enflamasyonu baskılayan ilaçlarla tedavileri ateroskleroz riskini de azaltmaktadır.
Amerika’ da yapılan ve yeni yayınlanan bir araştırmada da astım krizlerinin önlenmesi için uzun süre sprey şeklinde kortizon kullanan hastalarda kalp-damar hastalıklarına bağlı ölümlerin daha az görüldüğü belirlenmiştir.
Bir başka araştırmada da kolesterol düşürücü etkileri dışında pıhtılaşmayı, enflamasyonu önleyici ve bağışıklığı kuvvetlendirici etkileri de olan statin sınıfı ilaç tedavisi altında iken pnömoni geçiren hastalarda özellikle ilk 30 gün içindeki ölüm oranlarının statin kullanmayanlara göre daha düşük olduğu belirlenmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder