30 Ocak 2011 Pazar

Metastatik Meme Kanseri Tedavisinde Farklı Bir Yaklaşım. İntegratif Tedavi

Metastatik Meme Kanseri Tedavisinde Farklı Bir Yaklaşım. İntegratif Tedavi

Günümüzde kanser tedavisinde sadece alternatif tedavi adı olarak isimlendirilen bilimsel temeli nispeten zayıf tedavi yaklaşımları ile kanserin başarılı olarak tedavi edilemediği iyi bilinmektedir. Fakat, bu yaklaşımları uygulayanların çoğunlukla özel bir çaba ve eğitim gerektirmeden bu yolan çıkar sağlamaları nedeni ile kanser gibi hastalıklarda halen çeşitli yöntemler yoğun olarak uygulamaya devam etmektedirler. Alternatif tedavi yaklaşımlarının kanser üzerinde bilimsel etkilerinin yoğun olarak araştırmalara konu olması nedeni ile bu konuda daha net yorumlar yapabilmekteyiz. İleri ülkelerde alternatif tedavi yöntemlerinden etkinliği ile ilgili bilimsel kanıtları olan tedavi yaklaşımlarının tedavi planlaması içine sokulması ile İNTEGRATİF TEDAVİ olarak isimlendirilen yeni bir tedavi yaklaşımı doğmuştur. Ülkemizde de ileriki yıllarda bu konuda ilerlemeler sağlanacaktır. Aşağıda, kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinin tedavisinde İntegratif Tedavi Yaklaşımı’ ndan bahsedilmektedir.

BESLENME

Meme kanserli hastaların süt ürünlerini yoğun tüketmemesi önerilmektedir. Çünkü, süt içinde bulunan büyüme faktörlerinin meme kanseri hücrelerini çoğaltabileceği düşünülmektedir. Ayrıca soya ürünleri yararlı olmakla birlikte, aşırı miktarda tüketilmesinin meme kanseri hücrelerini çoğaltabileceği gösterilmiştir. Buna ek olarak hormonal tedavide kullanılan antiöstrojen olarak isimlendirilen ilaçların etkisini azaltabilmektedir. Bu nedenle soya ürünlerinin kullanılması sınırlandırılmalıdır.

Kilo kaybı olanlarda muz, organik akçaağaç şurubu, karaağaç tozu ve vanilya içeren karışımlar kullanılabilir. Ayrıca bu karışıma tat vermesi için badem, kahverengi pirinç, taze veya kurutulmuş meyveler, bal veya elma suyu, badem esansı ve şekersiz meyve koruyucular karıştırılabilir. Böyle hastalar sık, az miktarda yemelidirler ve fındık-ceviz ve benzeri ürünleri de takviye olarak almalıdırlar.

Besinlerin taze, organik ve katkısız olması tercih edilmelidir. Şeker (onun yerine bal veya hurma şurubu tercih edilebilir), kafein, tuz, koruyucu maddeler ve yapay tadlandırıcıların tüketilmemesi önerilmektedir. Karaciğer bozukluğu yok ise ve karaciğer üzerine yan etkisi olan tedavi alınmıyor ise az miktarda seyrek olarak organik alkoller (şarap gibi) tüketilebilir.

Protein alınması için av hayvanı eti, kümes hayvanları ve balık tüketilmesi yararlıdır. Kırmızı et önerilmemektedir. Eğer vücudun yağsız et içeriğinde (kas gibi) azalma varsa sadece kalori ve protein alımının arttırılması olayı tamamen düzeltememektedir. Anoreksisi olan hastalar için siproheptadin, medroksiprogesteron asetat, megesterol asetat gibi ilaçlar kullanılmalıdır; fakat, bunlar da yağsız et içeriğini arttırmamaktadırlar. Bu tür hastalarda yorgunluk sık görülür. Lipid mobilize edici faktör gibi tümörden salgılanan moleküller doğrudan lipolizi uyarmakta ve enerji harcamasını arttırmaktadırlar. Ayrıca kaslarda eikazopentatonik asit (EPA) ile azaltılan protein yıkımını da başlatmaktadırlar. EPA, kanser hastalarında kas kaybının önlenmesinde en önemli faktörlerdendir. Balık yağında bol miktarda bulunmaktadır. Beslenme programında bulunmasının yararı olabilir.

BESİNSEL VE BOTANİKSEL DESTEKLER

Izoflavon/Ipriflavon: Meme kanserli hastalarda kullanılmaları tartışmalıdır. Bir çalışmada sıcak basmaları için soya ürünlerinin kullanılmasının ek yarar sağlamadığı gösterilmiştir. Başka bir çalışmada ise genistein içeren soya ürünlerinin düşük dozlarda hormon bağımlı meme kanseri hücrelerinde çoğalmaya, yüksek dozlarda ise baskılanmaya neden olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle hormon reseptörleri pozitif meme kanserli hastaların izoflavon desteği almaları önerilmemektedir. Ipriflavon da benzer şekilde zayıf östrojenik etkiye sahip bir diğer fitoöstrojendir. Daha çok osteoporozda osteoklastlar üzerine olan östrojenik etkisi nedeni ile tercih edilmektedir. Fakat, hormon reseptörü pozitif meme kanserli hastalarda benzer endişeler nedeni ile kullanılması önerilmemektedir. Özellikle meme kanseri nedeni ile Tamoksifen kullanan hastalarda destekleyici ürün olarak alınmamaları önerilmektedir.

Vitamin C: Kemoterapi ile birlikte 2 gr/gün magnezyum veya kalsiyum askorbat şeklinde C vitamini kullanılabilir. Kemoterapi tamamlandıktan sonra dozları arttırılabilir. Fakat, uzun süreli kullanılmamasını tavsiye ederim. Bu konuda yeterli çalışma olmaması nedeni ile yararı net değildir. Eğer radyoterapi verilecekse, C vitaminin dozlarının azaltılması veya kesilmesi daha iyi olur. Platin grubu ilaçlar ve alkilleyici grubu ilaçlarla antioksidan alınmaması önerilmemektedir.

Beta-karoten: doğal formu 15 mg/gün kullanılabilir. Hastaların serum beta karoten veya A vitamini düzeyleri yüksek ise, yüksek antioksidan seviyesinin bazı kemoterapi ilaçlarının etkinliğinin bozulabileceği endişelerinin bulunması nedeni ile ek destek yapılmayabilir. A vitamininden ziyade beta karoten desteği kullanılması daha iyi olabilir; karoten vücutta A vitaminine dönmektedir. Laboratuar çalışmalarında A vitaminin, tamoksifenle birlikte kullanılmasının etkinliği arttırdığı gösterilmiştir. Fakat insanlarda yapılan çalışmalarda A vitamini preparatlarının veya A vitamini ile tamoksifenin birlikte kullanılmasının meme kanserinin tedavisi veya önlenmesinde belirgin bir yararı olmadığı saptanmıştır. Bu nedenle rutin kullanımı önerilmemektedir.

Selenyum: günde tek doz 200 mcg kullanılabilir. Özellikle antioksidan ve immun sistemi uyarıcı olduğu düşünülmektedir. Kemoterapinin etkisini bozmadığı saptanmıştır.

E vitamini: Meme kanseri hücrelerinin E vitamini türevleri ile çoğalmalarının durdurulduğu gösterilmiştir (Hahn ve ark, 2006). Fakat çalışmalarda kullanılan E vitamini türevlerinin (alfa TEA) şu an kullanımda olmadığını, araştırmaların halen devam ettiğini belirtmek gereklidir. Normal piyasada satılan E vitamini, daha çok antioksidan özellikte olup, kanser hücreleri üzerine etkinliği bulunmamakta veya az bulunmaktadır. Mide kanseri hücrelerinde yapılan bir çalışmada VES’ ın kanser hücrelerini öldürdüğü gösterilmiştir (Wu ve ark, 2002). Antioksidan amaçlı E vitamini, toksisite riskini yaşamamak için 400 Ü/gün önerilebilir. Fakat hormon reseptörleri pozitif olup tamoksifen isimli antiöstrojen tedavi olarak isimlendirilen hormonal tedavi alan meme kanserli hastaların E vitamini almamaları önerilmektedir. Çünkü, laboratuar çalışmalarında E vitamininin, tamoksifen isimli ilacın meme kanseri hücrelerini öldürücü etkisini azalttığı gösterilmiştir (Peralta ve ark, 2006). E vitamini, hormon reseptörü negatif hastalarda kullanılabilir.

B vitaminleri: günde 50 mg toplam olacak şekilde B vitamini karışımı alınabilir.

Çinko: Özellikle tad alamama gibi durumlarda yararlı olabilmektedir. 15 mg/gün tek başına alınmalıdır; bazı besinler emilimini bozabilmektedir.

Yukarıda bahsedilen ürünler bazı firmalar tarafından üretilen multivitamin içinde de bulunmaktadır. Fakat mümkünse hastanın serum oksidatif paneli (Vitamin A, gamma tocopherol, alpha tocopherol, beta-carotene, alpha-carotene, ascorbic acid, coenzyme Q 10) değerlendirilerek gerekli suplementasyonlar planlanabilir. Ek olarak lycopene, lutein düzeyleri de değerlendirilebilir.

Melatonin: Endokrin ve immun sistemi düzenlemekte ve doğrudan kanserin büyümesini durdurucu etki göstermektedir. MCF-7 hücre hatlarında çoğalmayı engellemektedir. Ayrıca metastatik kanserli hastalarda kilo kaybını azaltmaktadır. Meme kanserinde etkili olabileceği yeni yapılan bir literatür derlemesinde de ileri sürülmüştür (Ernst ve ark, 2006). Kanser tedavisinde kullanılan dozlar, normalde jet lag (okyanus aşırı uçuşlarda görülen uyku bozukluğu) için kullanılandan daha yüksektir ve iyi tolere edilmektedir. Başka kanserlerde de kemoterapi ile birlikte kullanılmasının tedavi etkinliğini bozmadığı, tam aksine tedavinin daha iyi tolere edildiği gösterilmiştir.

Yeşil çay: Yeşilçayda bulunan polifenoller protein kinaz c ve TNF alfa inhibisyonu, p53 upregülasyonu ve antianjiyojenik özellikleri nedeni ile antikanser özellik göstermektedirler. Hücre ve hayvan çalışmalarında içinde bulunan kimyasal maddelerin meme ve prostat kanseri hücrelerinin çoğalmasını azalttığı gösterilmiştir (Stuart ve ark, 2006). Fakat insan çalışması bulunmamaktadır. Bununla birlikte sağlığa olan olumlu etkileri nedeni ile beslenme programına dahil edilebilir.

Essiac: Alternatif tedavi uygulayıcıları tarafından meme kanserinin tedavisinde, nüks riskinin azaltılmasında ve yaşam kalitesinin arttırılmasında etkili olduğu ileri sürülen bir bitki karışımıdır. Yapılan bir çalışmada ise meme kanseri hastalarında yaşam kalitesini düzeltmediği saptanmıştır (Zick ve ark, 2006). Ayrıca yeni yapılan bir diğer çalışmada da hormon reseptörü pozitif veya negatif meme kanseri hücrelerinin üremesini arttırdığı gösterilmişti (Kulp ve ark, 2006). Bu nedenle hastalarımızın bu ürünü kullanmamalarını tavsiye ediyoruz.

Omega 3 yağ asitleri: Bağışıklık sistemini uyarmakta, oksidasyon stresini azaltmakta ve damarlanma oluşumunu engellemektedir. Balık tüketiminin arttırılması (soğuk ve derin su balıkları) veya bitkisel omega-3 içeren keten tohumu yağının kullanılması yararlı olabilir. Diyetle keten tohumu yağı alınmasının, hormon reseptörü negatif meme kanseri dahil meme kanserinde etkili olabileceğine dair hayvan çalışmaları bulunmaktadır (Chen ve ark, 2006. Chen ve ark, 2002. Wang ve ark, 2005). Fakat, tamoksifen kullanan hastalarda ve antiöstrojen kullananlarda ilaçların etkisini azaltabileceği için kullanılmamasını öneririm. Keten tohumunun kendisinin tüketilmesinin kanser tedavisinde kabızlık yakınmalarının giderilmesi haricinde fazla bir yararı yoktur. Özellikle keten tohumu yağının belirgin yararı vardır.

Hidrazin sülfat: Alternatif tedavi uygulayıcıları kanser kaşeksisinde iştah arttırıcı, ağrıyı azaltıcı ve kaşeksinin ilerlemesini yavaşlatma amacı ile kullanmaktadırlar. Fakat, bilimsel çalışmalarda etkinliği gösterilemediği için günümüzde kullanılmamaktadır. Kansere bağlı iştahsızlığın tedavisinde günümüzde farklı tedavi yaklaşımları uygulanmaktadır (Yavuzsen T, J Clin Oncol 2005:23;8500-8511).

Iscador (viscum album- mistletoe): meme kanserinde etkinliği gösterilmiştir. Kemoterapi ile birlikte kullanıldığında yan etkileri azaltmakta ve tedavinin etkinliğini arttırmaktadır. Fakat enjeksiyon şekli rahatsızlık vermesi ve endişelere yol açması nedeni ile hastalar pek tercih etmemektedir. Özellikle Almanya’ da yoğun olarak kanser tedavisinde, tıbbi tedavi ile birlikte kullanılmaktadır. Tek başına etkinliği az olduğunun bilinmesini ve hastalarımızın sadece ıscador ile kanser tedavisini yaptırmamasını öneririm. Ağızdan verilen formu daha kullanışlı olabilir. Fakat ağızdan kullanılan formunun kanser tedavisinde etkinliği ile ilgili bir çalışma bulunmamaktadır. Kemoterapi tamamlandıktan sonra kullanılması da bir diğer seçeneği oluşturmaktadır. Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde meme kanserinin tedavisinde kullanılması serbesttir. Fakat hastaların kesinlikle bu tedaviyi standart tedavi yerine almamaları gereklidir. Kişisel tecrübem de bu tedavinin tek başına etkinliğinin oldukça sınırlı olduğu ve kanser tedavisinde daha etkili yöntemlerin yerine kullanılmasından ziyade ek olarak kullanılmasını öneririm.

Laetrille (diğer isimleri amygdaline ve vitamin B17’ dir), alternatif tedavi uygulayıcıları tarafından kanseri tedavi ettiği ileri sürülen bir başka üründür. Yapılan bilimsel araştırmalarda kanserli hastalarda kullanımının yararı olmadığı, aksine bazı hastalarda ölüme kadar varabilen zehirlenmeler olabildiği bildirilmiştir. İngiltere ve birçok ülkede serbest kullanımı yasaklanmıştır. Fakat internet satışları nedeni ile kullanımı denetlenememektedir. Özellikle birlikte C vitamini kullanan hastalarda zehirlenme riski artmaktadır.

Köpekbalığı kıkırdağı, kanser tedavisinde etkili olduğu öne sürülen bir diğer alternatif tedavi yöntemidir. Etkinliğinin temelinde köpekbalığında hiç kanser görülmediği gibi saçma bir iddaya dayandırılmaktadır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda köpekbalıklarında da insanlara benzer kanser görüldüğü, fakat yaşam sahalarının insanlardan oldukça uzak olması, karsinojenlere daha az maruz kalmaları ve vücut ısılarının daha düşük olması nedeni ile kanser riskinin daha az olması beklenmektedir. Fakat, insanlar dahil bütün canlılardaki kıkırdak yapısında damarlanma ve kanser görülme sıklığı oldukça nadirdir. Bunu kıkırdak yapısında salgılanan bazı kimyasal maddeler salgılanmaktadır. Fakat, bu insan dahil canlıların kıkırdağını yiyerek kanser tedavisinin olması gibi sonuca götürmemektedir. Çünkü, kıkırdak yapısındaki bu kimyasallar, sindirim sisteminde parçalanmakta ve etkisizleştirilmektedir. Yeni yapılan bir çalışmada köpekbalığı kıkırdağının, kanserli hastalarda hiç bir yararı olmadığı, tam aksine mide-barsak sistemine yan etkileri olduğu gösterilmiştir.

Bağışıklık sistemi panelinde CD3 veya CD4 hücreleri düşük olan, CD4/CD8 oranı düşük olan hastalarda hücresel bağışıklık sisteminin desteklenmesinin yararlı olabileceği düşünülmektedir. Bu bağlamda E ve C vitamini, NAC, glutatyon, astragulus, melatonin, beta glukan ve mantar ekstraktları yararlı olabilmektedir (BoikJ. Cancer and Natural Medicine. Princeton Minn: Oregon Medical Press; 1998.). Ayrıca uygun beslenme programı ile de bu desteklerin etkinliği arttırılabilir. Böylelikle radyoterapi ve kemoterapinin yan etkisi azaltılabilir. Soya ürünlerinin östrojenik etkisi olması nedeni ile özellikle hormon reseptörü pozitif meme kanserli hastalarda kullanılmaması önerilmektedir. Ayrıca ginkgo biloba, zencefil, yeşil çay ve sarımsak gibi kanın pıhtılaşmasını bozan besinler, özellikle kemoterapi esnasında gelişebilecek trombositopeniye bağlı kanama riskini arttırabilirler; bu nedenle dikkat edilmelidir.

COX-2 inhibitörleri, meme kanseri ve kalınbarsak kanseri gibi kanserlerde kanser gelişme riskini azalttığı gösterilmiştir. İltihabi reaksiyonun baskılanması ve anti-anjiyojenik etki ile kanser gelişimini engellediği düşünülmektedir. Celecoxib 600-800 mg/gün gibi yüksek dozlarda etkili olabilmektedir. Fakat uzun süreli kullanımda kalp-damar hastalığına bağlı ölüm riskini arttırması nedeni ile kullanım esnasında dikkat edilmelidir.
Bakır, kanserlerde arttığı gözlenen damarlanmanın temel elemanlarından olup, serum bakırını bağlayan tetrathiomolibdate (TM) gibi ajanların kullanıldığı erken faz çalışmalarında yararlı olabileceği gösterilmiştir (Brem S. Cancer Control. 1999;6(5):436-458. Brewer GJ, Clin Cancer Res. 2000;6(1):1-10). Fakat kemoterapi ile kullanıldığında pansitopeniyi arttıracağı için kemoterapi ile birlikte kullanılamamaktadır.

Koenzim Q10: 100 mg cp olup, günde tek doz önerilmektedir. Metastatik meme kanserinde yapılan bir çalışmada 360 mg/gün dozlarının daha etkili olduğu gösterilmiştir fakat maliyetin yüksek olması nedeni ile pratikte uygulanması zordur. Hayvan ve insan çalışmalarında tamoksifen tedavisine koenzim Q10, niasin ve riboflavin eklenmesinin yanıt ve tedavi etkinliğini arttırdığı gösterilmiştir (Premkumar ve ark, 2007. Perumal ve ark 2005.). Kanserde kaşeksi olarak isimlendirilen aşırı zayıflamanın temelinde kanserli hücrenin glikoz metabolizmasının bozuk olması nedeni ile aşırı enerji harcaması yatmaktadır. Enerji tedavisi ile (riboflavin-B2, niasin-B3, KoQ10) kaşeksinin engellenebileceği saptanmıştır (Perumal ve ark, 2005). Ayrıca Thiamin-B1 (oksidatif dekarboksilasyonda), Pantothenic asit-B5 (koQ10 oluşumu), Biotin-B7 (dekarboksilazların koenzimi), pyridoxale-B6, folate ve B12 vitaminleri de hücre metabolizmasında temel olan diğer B vitaminleridir. Onların desteklenmesinin yararlı olabileceği düşünülmektedir (özellikle gıdalarla yeterli miktarda alamayanlar için). B vitaminlerinin mitokondrideki oksidatif baskıyı azalttığı düşünülmektedir (Depeint ve ark, 2006).

IP6: Yüksek oranda lif içeren doğal bir maddedir. Yapılan laboratuar çalışmalarında meme, pankreas, prostat, melanom ve rabdomyosarkom gibi kanserlerde kanser hücrelerini öldürdüğü, metastaz gelişimini azalttığı ve tamoksifen veya doksorubisin gibi ilaçların etkinliğini arttırdığı saptanmıştır (Somasundar ve ark, 2005. Vucenik ve ark, 2005. Tantivejkul ve ark, 2003). İnsan çalışması bulunmamaktadır.

Indolplex: östrojenlerin hidroksilasyonunu sağlayan, Indol-3-carbinol (I-3-C) ün aktif metabolitini içeren meme kanseri riskini azaltabileceği düşünülen kimyasaldır. Meme kanseri hücrelerinin p53 bağımsız apoptozisini uyardığı, çoğalmayı engellediği gösterilmiştir. I-3-C ayrıca, tümör supresör gen olan PTEN ve adezyon molekülü olan E-cadherin’ i arttırarak hücre adezyonunu, yayılma ve invazyonunu önlemektedir. Bu nedenle laboratuar ortamında meme kanserine çoğalma ve metastazı önleyerek antikanser aktivite göstermektedir. İnsan çalışması bulunmamaktadır.

Yorgunluk için vitamin ve koenzim Q10 gibi destekler enerji seviyesini arttırarak yardımcı olmaktadır. Shiatsu, akapunktur veya refleksoloji gibi iyileştirici yöntemler de yardımcı olarak kullanılabilir.

Kabızlık için keten tohumu kullanılabilir ve en az 2 lt/gün sıvı alınmalıdır.

Cilt döküntüleri: tanıya göre aloa vera jel veya alerji kremleri yararlı olabilmektedir.

Alfa lipoik asit: şeker hastalığı, karaciğer hastalığı ve kanser gibi oksidatif baskının arttığı hastalıklarda antioksidatif özelliği ile yarar sağlamaktadır. Vücutta normalde de bulunmaktadır. Çalışmalarda kanser hücrelerinde NF-кB’ nın aktivasyonunu engellediği, bağışıklık sisteminin iltihaba yanıtını düzenlediği gösterilmiştir. Ayrıca hücre hatlarında kanser hücrelerinin ölümüne neden olduğu gösterilmiştir. Ek olarak kansere karşı savaşan bağışıklık sistemi hücrelerinin sayısını ve fonksiyonunu arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca kanser hücrelerinde homosistein düzeylerini arttırarak bu hücrelerin ölümüne neden olduğu gösterilmiştir. Günümüzde yoğun olarak araştırılmakta olup ve bazı hastalarda başarılı sonuçlar alındığı bildirilmiştir (Wenzel U, Apoptosis 2005. Van de Mark K, J Cell Physiol 2003. Lee KY, Science 2005. Suzuki YJ, Biochem Biophys Res Commun 1992. Mantovani G, J Mol Med 2003. Berkson BM, Int Cancer Ther 2006).

Naltrekson: Opyat olarak isimlendirilen ve normalde vücutta da bulunan uyuşturucu etkinlik gösteren maddelerin reseptörlerine bağlanarak onların etkisini kısa süreli engeller. Gece düşük dozda uygulandığı zaman vücut tepki olarak opyat salınımını arttırır. Naltrekson kısa sürede vücuttan temizlendiği için bu yüksek miktarda salgılanan opyat maddeleri Th1 bağışıklık sistemini çok güçlü olarak uyarır. Sonuçta naltrekson dolaylı yoldan bağışıklık sistemini uyarmaktadır. Fakat yüksek dozları bağışıklık sistemini bozucu özelliktedir. Ayrıca bazı kanser hücre türlerinde kanser hücrelerinin ölümüne neden olduğu da gösterilmiştir. Melatonin ve IL-2 ile birlikte kullanıldığında Th1’ i uyardığı, Th2’ yi baskıladığı gösterilmiştir. Başka bir araştırmacı standart tedavilere dirençli hastalarda naltrekson kullanılması ile yaklaşık ¼’ ünde tümörde küçülme, 1/3’ ünde de hastalığın uzun süreli durdurulduğu gösterilmiştir. Bazı kanserlerde ALA ile kullanıldığında başarılı sonuçlar alındığı bildirilmiştir (Zagon IS, Science 1983. Zagon IS, Neuropeptides 2003. Lissoni P, Neuro Endocrinol Lett 2002. Berkson BM, Int Cancer Ther 2006. Bilhari B, LDN and cancer [Low Dose Naltrexone Web Site]. Available at: http://www.lowdosenaltrexone.org. Accessed December 8, 2005).

DİYET, BESLENME VE YAŞAM TARZI STRATEJİLERİ

Kansere bağlı kilo kaybının gelişmesinde karışık biyolojik olaylar rol oynamaktadır. Böyle hastalarda kilo kaybının engellenmesi ve yeterli kalori ile protein alımının sağlanması gereklidir. Kilo kaybı devam eden hastalarda iştahsızlık genel olarak görülmekte olup, bu süreç yağsız et içeren vücut kitlesinin azalmasına neden olur. Bu durum hastanın hareket yeteneğinin azalmasına, sağlığı idame ettirme ve kanserle savaşmada daha az içsel kaynak ayrılmasına neden olmaktadır. Kaşeksi olarak isimlendirilen şiddetli kilo kaybı olanlarda kemoterapi bazen bu süreci hızlandırabilmekte ve tedavinin başarı şansını azaltabilmektedir.

Kaşeksinin gelişmesini engellemek veya durdurmak için bazı önlemler alınabilir. Genel yaşam ve beslenme tarzı önerileri;

1. Esansiyel yağ asidi ihtiyacı için düzenli olarak balık yağı (sardalya, uskumru, ringa balığı, som balığı gibi) ve keten tohumu yağı gibi besinlerin alınması gereklidir. Keten tohumu lignan ve SYA içermekte ve her ikisi de vücudun bağışıklık sisteminin normal ve yabancı hücreleri (kanser hücreleri gibi) ayırt etme yeteneğini arttırır.

2. Hidrojene edilmiş ve kötü kaliteli katı ve sıvı yağların kullanılmasından kaçınılmalıdır. Yağlardan ölçülü miktarda zeytin yağı, badem yağı, susam yağı veya organik üretilmiş tereyağı kullanılması önerilmektedir.

3. Soya ve soya ürünlerinin kullanılmaması önerilmektedir. Meme kanseri hücrelerini çoğaltabileceği endişesi, sindirim zorluğu ve hipotiroidiye neden olması gibi nedenlerle önerilmemektedir.

4. Gece geç saatte yemek yenmemelidir. Günün son yemeği hafif olmalı ve akşam 18.000’ den sonra yemek yenmemelidir. Çin tıbbında özellikle geceleri sindirim sisteminin sirkadyan ritmi içinde detoksifikasyon kısmının olduğuna inanılmaktadır.

5. Kahve, çay ve çikolata gibi ksantin alkaloidlerini içeren gıdaların tüketiminden kaçınılmalıdır. Kahvede yoğun olarak bulunan kafeinin idrar söktürücü özelliği olması nedeni ile sıvı kaybına neden olabilir. Yeşil çay, siyah çayın işlenmemişi olup, kansere karşı koruyucu olduğu, içindeki bazı kimyasalların da kanser hücrelerini öldürdüğü gösterilmiştir. Beslenme programında yeşil çayın bulunması yararlı olabilir. Çalışmalarda yeşil çay, kahve ve kafeinin tip 2 şeker hastalığı riskini azalttığı, Parkinson riskini azalttığı, karaciğer hastalıklarının riskini azalttığı (siroz ve karaciğer kanseri) kalp-damar hastalığı riskini arttırmadığı saptanmıştır (Iso H, Ann Intern Med. 2006. Lopez-Garcia E, Circulation. 2006). Kahve tüketiminin pankreas, yumurtalık ve mesane kanserlerinin riskini arttırdığı yönünde çalışmalar olmakla birlikte bu sonucun daha çok sigara tüketimi ile beraber olmasına bağlanmaktadır. Bir çok çalışmada kahve veya kafein alınmasının kanser riskini belirgin arttırmadığı gösterilmiştir (Higdon JV, Crit Rev Food Sci Nutr. 2006). Özellikle kalsiyum alımı 750 mg/gün altında olan kadınlarda 300 mg/gün üzerinde kafein alımının kemik erimesini arttırdığı gösterilmiştir. Çalışmalarda farklı sonuçlar bildirilmekle birlikte özellikle 65 yaş üstünde olanlarda, güneş ışınından yoksun bölgelerde yaşayanlarda ve kafein/kahve tüketimi yüksek olanlarda (3-4 fincan/gün’ den fazla kahve veya 300 mg/gün’ den fazla kafein tüketimi olanlarda) kemik erimesi ve kalça kırığı görülme riski artmaktadır. Bu nedenle yeterli kalsiyum ve D vitamini alınarak, kahve ve kafein tüketimi sınırlandırılarak (maksimum 3 fincan/gün kahve veya 300 mg/gün kafein) özellikle yaşlılarda olumsuz olayların görülme riski azaltılabilir. Kahve ayrıca demir ve çinko emilimini bozmaktadır. Bu nedenle yemeklerle birlikte kahve tüketilmemelidir. Ayrıca hamile ve emziren kadınlarında kahve tüketimini sınırlandırması önerilmektedir. Genel olarak kahve tüketiminin 3-4 fincan/gün, kafein tüketiminin 300-400 mg/gün altında olması daha sağlıklıdır.

6. Alkol ve sigara tüketiminden kaçınılmalıdır. Meme kanseri tanısı sonrasında radyoterapi alan ve sigara içmeye devam eden kadınlarda akciğer kanseri riskinin belirgin derecede arttığı, sigara içmeyen ve radyoterapi alan kadınlarda ise risk artışının olmadığı saptanmıştır. Bu nedenle hastaların sigara içmemeleri gereklidir (Ford MB, Cancer. 2003). Ayrıca alkol ve sigaranın kendilerinin kanser dışında bir çok sağlık sorununa neden olduğu, tedavilerin başarı şansını azalttığı unutulmamalıdır. Opyatlar, marihuana gibi uyuşturucu kimyasallar bağışıklık sistemini baskılamaktadır. Ayrıca karaciğer ve böbrekler üzerine olan yan etkileri artmaktadır.

7. Gerekirse cıva, kadmiyum, kurşun ve arsenik gibi elementlerin serum düzeyleri toksisite açısından ve etiyolojik ajan açısından değerlendirilmelidir. Her ne kadar nörolojik bulgu yokluğunda ağır metal toksisitesinden şüphelenilmese de diş tedavi ünitelerinde çalışanlarda cıva toksisitesi görülebilir. Ağır metaller immun sistemi baskılamakta ve vücudun antioksidan kapasitesinin azalarak kanser gelişimine neden olmaktadırlar.

8. Çoğu musluk sularının kontamine olması nedeni ile (ağır metaller, pestisid ve solvent gibi kimyasallar, mikroplar) filtre edilmiş veya ruhsat ile işletilen temiz su kaynaklarından elde edilmiş suların tüketilmesi tercih edilmelidir. Florinlenmiş su kesinlikle tüketilmemelidir. Klordan farklı olarak flor elementi ortadan kaldırılması çok zordur; bağışıklık sistemini bozmakta ve kanser gelişimine neden olmaktadır. Florun, insanların tükettiği suda bulunmasının hiçbir yararı ve gerekçesi yoktur. Yeşil ve siyah çayda doğal floridler yüksek oranda bulunmaktadır; bu nedenle aşırı tüketilmemelidirler. Klorlu suların da içme suyu olarak tüketilmesi pek önerilmemektedir. Bazı çalışmalarda meme kanseri dokusunda, meme kanseri olmayan meme dokusuna göre daha fazla klorinli bileşikler olduğu gösterilmiştir. Bu da meme kanseri ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Havuz suyunda da dezenfeksiyon amaçlı klor bulunması nedeni ile havuz yerine deniz veya doğal su kaynaklarından yararlanılması iyi olabilir.

9. Temiz havada aşırıya kaçmadan egzersiz yapılması ve güneş ışığının alınması yararlıdır.

10. Özellikle et ürünlerinin pişirilmesi esnasında oluşan heterosiklik aminlerin (HSA) kanser gelişiminde önemli rol oynadıkları bilinmektedir. İlk olarak yaklaşık 30 yıl önce eşi mutfakta balık kızartan bir bilim adamı, yayılan dumanın, sigara içilirken yayılan dumana benzediğini fark etmiştir. Sigara dumanında bulunan karsinojenlerin, balık kızartılırken oluşan dumanda da olabileceği aklına gelmiştir. Sonrasında bu dumanı özel bir yöntemle toplayarak filtre etmiş ve laboratuar çalışmalarında başlamıştır. Sonuçta bu dumanda bulunan HSA olarak isimlendirilen kimyasalların hücrelerin normal genetik yapılarını bozduğunu göstermiştir. Sonradan yapılan çalışmalarda da etin pişirilmesi ile oluşan kimyasalların mutajen özellikte olduğu gösterilmiştir. Günlük besinlerle alım miktarı düşük olmakla birlikte yıllarca alındığı, bu mutajenik kimyasallara maruz kalmanın engellenemediği düşünülürse önemli bir sağlık sorunu olduğu kolaylıkla anlaşılır. Burada kişinin alabileceği önlemlerin başında et ürünlerinin pişirilmesine dikkat etmeleri gereklidir. Özellikle yağda, fırında veya alevde kızartma yapılmaması gereklidir. Mikrodalga fırınların kullanılması, karsinojenlerin daha az oluşumuna neden olmaktadır. En iyisi buğulama veya buharda pişirme olarak isimlendirilen yöntemin kullanılmasıdır. Türk mutfağında kızartma, mangal yapma, ızgara ve döner gibi et tüketim alışkanlıklarının yoğun olduğu düşünülürse kanser oluşumunun engellenmesinde beslenmenin önemini arttırmaktadır. İnsanlarda HSA tek başına kanser oluşumuna neden olmaktan ziyade, diğer karsinojenlerin diyet, ilaç, radyasyon ile alınması veya enfeksiyon, genetik bozukluk gibi değişikliklerin olması ile kanserleşme süreci tetiklenebilmektedir. Beslenmede yağ oranının yüksek olması bu karsinojenlerin etkisini arttırırken, balık yağı, konjuge linoleik asit, izoflavon içeren soya ürünlerinin, yeşil çay kateşinleri, indol-3-karbinol içerek turpgillerin alınmasının bu karsinojenlerin etkisini azalttığı gösterilmiştir. Kafein de metabolizmalarını etkileyerek bunların karsinojenik etkilerini arttırmaktadır. Bu karsinojenlerin oluşumu; ısı yüksekliğinin derecesine, pişirme süresine ve etin kaybettiği su miktarına göre değişmektedir. Pişirme süresinin uzaması, etin kızartılması ve doğrudan ateş ile temas etmesi önerilmemektedir. Örneğin, ince dilimli olan hamburgerin kızartılmasında karsinojen miktarı az olmakla birlikte mikrodalga fırında pişirilmesi önerilmektedir. Eğer damak tadı olarak bu tür et tüketiminden vazgeçilemiyorsa barbekü veya mangalda pişirilen etin yanık ve siyah bölümlerinin bıçak yardımı ile iyice temizlenmesi gereklidir. Balık kızartıldıktan sonra da derisinin veya üst tabakasının ayrılması önerilmektedir. Çalışmalarda besinlerle HSA alınmasının mide, meme, kalınbarsak gibi kanserlerin riskini arttırabileceği gösterilmiştir. Akrilamid kızartılmış patates ve un ile kavrulmuş kahvede bulunan bir diğer güçlü karsinojendir. Akrilamid ve HSA gibi karsinojenlere maruz kalma sıfırlanamazsa bile yaşam değişikliği ile alınma miktarı ve olumsuz etkileri azaltılabilir. Yapılan çalışmalarda et pişirmesi esnasında HSA oluşumu sadece kreatinin içeren kas kökenli et ürünlerinde olduğu gösterilmiştir. HSA’ lerin oluşumumun azaltılması için alınabilecek önlemler (Weisburger JH, Mutation Research 2002): • etin ağırlığının %7-15’ i kadar olan soya proteini konsantresi ile etin etrafının bulanması, pişirme esnasında HSA oluşumunu %90 azaltmaktadır. • 50 gramlık et parçalarının 2.5 gram pektin veya 4 gram soya protein ürünü içeren formülasyonlarla muamele edilmesi kızartma esnasında karsinojen oluşumunu %50-60 azaltmaktadır. • Yeşil çay polifenolünün %0.5, %2.5 veya %7.5 luk sudaki solüsyonunun 30 gramlık etin her iki tarafına sürülmesi kızartma sonrası karsinojen oluşumunu belirgin azaltmaktadır. • Siyah çay polifenolleri de karsinojen oluşumunun azaltılmasında yararlıdır.
11. Mikrodalga fırınların sağlık üzerine olumsuz etkileri olduğuna dair bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. İnternette bu konuda olumsuz yayınlar bulunmakta fakat destekleyici bilimsel veri bulunmamaktadır. Yapılan çalışmalarda çevresel kirliliğe bağlı balıkta bulunan toksik maddelerin çeşitli pişirme yöntemleri uygulandıktan sonra (kızartma, ızgara, haşlama veya mikrodalga) zararlı maddelerin azaldığı gösterilmiştir. Bunun nedeni olarak da balıkta bulunan yağın erimesi ile zararlı maddelerin yağla birlikte uzaklaştığı düşünülmüştür; bu nedenle pişirme sonrası süzülen balık yağının tüketilmemesi önerilmektedir (Bayen S, J Toxicol Environ Health A 2005)

12. İnsan kanserlerinin gelişiminde 3 temel faktör; sigara, besin ve iltihap-enfeksiyon rol oynamaktadır. Bunlara hava ve su kirliliği, böcek öldürücü ilaç kalıntıları, bazı medikal yöntemler, gıdalara eklenen katkı maddeleri gibi diğer faktörler katkı yapmaktadır. Aşırı beslenme ve şişmanlık beslenme ile ilişkili önemli risk faktörlerindendir. Hepatit virüsleri, insan papilloma virüsü, helikobakter pilori gibi enfeksiyonlar da kanser gelişiminde rol oynamakta ve bunlara karşı temizlik ve aşılama yöntemleri ile önlem alınabilmektedir. Bu faktörlere karşı alınabilecek en önemli önlem yaşam tarzı değişikliğidir. Bu basit olmakla birlikte alışkanlıklardan vaz geçmek çok zordur. Fakat bir insanın, bir toplumun geleceğini değiştirebilme yeteneği açısından da çok önemlidir (Sugimura T, Cancer Sci 2004).

13. Yapılan çalışmalarda prostat kanserinin yaklaşık olarak %42’ sinin, kalınbarsak kanserinin %35’ inin, meme kanserinin ise %27’ sinin kalıtsal olduğu gösterilmiştir. Geri kalan kanser vakalarında da çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir (Lichtenstein P. N Engl J Med 2000). Bütün kanserlerin 1/3-1/4’ ünün temelinde sigara, diyet ve iltihab/enfeksiyonun rol oynadığı düşünülmektedir (Doll R, J Natl Cancer Inst 1981. Parkin DM, Lancet Oncol 2001). Kanser ile ilişkili olan diyetsel faktörler, kansere neden olan ve kanser gelişimini önleyen olmak üzere ikiye ayrılır.

14. Floresan ışığı, televizyon izleme ve negatif etki içeren tüm basın-yayın organlarından kaçınılması gereklidir. Floresan ışığı duyarlı insanlarda migren ve nöbet geçirme riskini arttırmaktadır.

15. Bol miktarda uyunmalı ve gece saat 22.00’ de yatılmalıdır. Uyku melatonin hormonunun düzenli salgılanmasını sağlamakta ve vücudun dinlenmesine, enerji toplamasına yardımcı olmaktadır. Yatak odasında uyku zamanı elektronik cihazların ve ışıkların hepsinin kapalı olması gereklidir. Çünkü elektromanyetik dalgalar, melatonin hormonunun salınımını bozmakta ve kanser gelişme riskini arttırabilmektedir.

16. Gıdaların ve içeceklerin sıcak veya ılık tüketilmesine özen gösterilmeli; soğuk gıda veya içecek tüketimi sınırlandırılmalıdır. Sindirim sistemi ve sindirim enzimlerinin aktivitesi soğuk ortam ile bozulmakta, sindirim enzimlerinin çoğu vücut ısısına yakın sıcaklıkta maksimum etkinlik göstermektedir.

17. Tiroid hastalıkları (düşük FT4, hipotiroidi veya tiroid peroksidaz antikorları-TPOab) varlığının meme kanseri riskini arttırdığı gösterilmiştir (Kuijpens JL, Thyroid 2005). Bu nedenle meme kanserli hastaların tiroid fonksiyonları açısından değerlendirilmesi gereklidir. İlginç olarak TPOab pozitif olan hastaların, negatif olan hastalardan daha fazla hastalıksız sağkalım süresine sahip olduğu gözlenmiştir (Smith PPA, J Clin Endocrinol Metab 1998).

18. Hafif yokuş yukarı yolda terleme sınırına kadar yürüyüş ve ılımlı efor harcanması yararlıdır. Egzersiz sonrasında 10 dakika kadar sıcak su, 30 saniye kadar soğuk su olacak şekilde en az bir dönüşüm olacak şekilde duş yapılması önerilmektedir. Yaklaşık 30 gram biberiye yaprağının 20 dakika kaynatılması ile elde edilen sıvı oluşum, sıcak banyo suyuna eklenerek terleme uyarılabilir. Sıcak banyo esnasında (küvette) bol miktarda sıcak sıvı alınması yararlıdır. Terleme birçok toksinlerin atılmasını ve artık maddelerin atılmasını sağlamanın en iyi yoludur. Bu arada sıvı kaybına dikkat edilmesi gereklidir. Astragalus preparatlarının yüksek dozlarda kullanılmasının terlemede yardımcı olmaktadır.

19. Buğuda pişirilmiş sebze tüketiminin arttırılması yararlıdır. Özellikle turpgillerden olan brokoli, kıvırcık lahana, taze hardal tüketimi arttırılmalıdır. Bu gıdaların tiroid bezinin çalışmasını bozabileceğinden dikkat edilmelidir. Ayrıca sarı bitkilerden olan havuç, balkabağı, yer elması ve tatlı patates (ikisi birbirine benzemekte) ve kabak gibi ürünler A vitaminin en önemli kaynaklarındandır. Domates ve patlıcan gibi benzer gruptan olan bitkilerin de antikanserojen olduğu ve likopen gibi yararlı maddeleri içerdiği bilinmektedir. Ayrıca taze meyve suyu tüketiminin yararlı olabilir. Domatesin pişirilerek tüketilmesi, likopen isimli antikanserojen maddenin daha iyi emilmesini sağlamaktadır.

20. Meme kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda tedavi süresince yağ içermeyen et oranının azaldığı ve yağ oranının arttığı gösterilmiştir. Yağsız et oranında kayıp olan metastatik meme kanserli hastalarda yaşam kalitesi daha kötü olmaktadır. 3 kompartmanlı vücut içeriği analizleri bu oranın değerlendirilmesinde yararlı olmaktadır. Serum albumin ve protein içeriği beslenme düzeyini tam gösterememektedir; bu nedenle transferrin ve prealbumin değerlerinin takip edilmesi daha yararlı olmaktadır. Daha sonraki günlerde bu değerlerde azalma olursa TNF alfa ve IL-6 gibi kaşeksi panelinin daha duyarlı belirteçlerinin değerlendirilmesi ve daha saldırgan tedavi yaklaşımlarının gündeme getirilmesi yararlı olabilir.

21. Kahve lavmanı, alternatif tedavi uygulayanlar tarafından vücuttan ve barsaklardan toksik maddelerin atılması için yararlı olduğu gerekçesi ile sık olarak yapılmaktadır. Bilimsel olarak fazla bir etkinliğe sahip olmadığı düşünülmektedir. Organik kahve öğütüldükten sonra ¼ fincan kahve, kaynatılmış (filtre edilmiş veya maden suyu da olabilir) 8 fincan suda 30 dakika kadar haşlanır. Filtre edildikten sonra sıcaklığının azalarak ılıklaşması beklenir. Sonra lavman olarak 10-20 dakika içeride kalacak şekilde uygulanır. Bu konuda eğitimli olmayan kişiler tarafından uygulanması barsak yırtılması, kanama ve barsak düğümlenmesi gibi önemli yan etkilere neden olabilir. Ayrıca sık yapıldığında sıvı ve elektrolit kaybına bağlı bozukluklar gelişebilir.

22. Müzik tedavisi: Mozart, Bach, Haydn, Schubert, Beethoven veya Brahms gibi klasik müzik bestecilerinin müziklerinin dinlenmesi stresi azalttığı, gevşeme sağladığı ve yaşam kalitesini iyileştirdiği gösterilmiştir. Hastaların uyumasını kolaylaştırdığı düşünülmektedir. Örnek olarak: Dmitri Shostakovich’ in String Quartet No. 8 (op 110) eseri bastırılmış öfkesi olanlarda yararlı olabilecek yoğun duygusal iniş çıkışlar içeren müziktir, ilk dinlenildiğinde hastanın yanında yakınının bulunması önerilmektedir; J. S. Bach’ ın Cello Suites Nos. 1-6 (BWV 1007-1012) eseri (özellikle Mstislav Rostropovich tarafından yorumlanan 1995 EMI Klasikleri) yatmadan önce derin ve uzun uyku için yararlı olabilir; Sergei Rachmaninoff’ un “Vespers” (op 37) eseri derin uykuyu kolaylaştırabilir; Gregorio Allegri’ nin “Miserere” eseri derin uykuyu kolaylaştırabilir; Johannes Brahms’ ın “Geistliche Chormusik: Zwei Moteten (op 74)” eseri özellikle çözülmemiş duygusal problemleri olanlarda gece yatmadan önce dinlenmesi uykuyu kolaylaştırabilir; Franz Schubert’ in piyano, viyolin ve çello üçlemesi (op 100) eseri uyuma, duygu çözülmesi, iç gözlem ve motivasyon için yararlıdır; duygusal ve fiziksel krizler sonrası iyileşme düzelme safhasında yararlı olabilir. Yapılan bir çalışmada müzik tedavisinin ağrı şiddeti ve opyoid ilaç ihtiyacında küçük bir azalma sağladığı ve klinik olarak yararının tartışmalı olduğu gösterilmiştir (Cepeda MS, Cochrane Database Syst Rev 2006) Yapılan çalışmalarda 2 günlük müzik tedavisiyle kendini iyi hissetme ve gevşeme gibi psikolojik verilerde iyileşme, tükrük IgA düzeylerinde artış ve serum kortizol düzeylerinde azalma gibi bağışıklık sisteminde düzelme bulguları olduğu gösterilmiştir (Burns SJ, Altern Ther Health Med 2001). Ayrıca müzik tedavisi ile invaziv girişim (diş girişimleri, endoskopi, kolonoskopi vs.) veya operasyon öncesi endişenin azaldığı (Smolen D, Appl Nurs Res 2002. Wang SM, Anesth Analg 2002), ameliyat sonrası dönemde ağrı ve endişe gibi yakınmaların azaldığı gösterilmiştir (Aragon D, Altern Ther Health Med 2002). bu çalışmalar müzik tedavisinin, kanserli hastalarda yararlı olabileceğini düşündürmektedir.

23. Hastanın mentalitesinin değiştirilmesi: Bağışıklık gücü ve insanın kendini iyileştirebilme gücünün kanseri yenebilmek için önemli faktörlerdir. Kanser kelimesinin ürkütücülüğü, iyileştirilemez hastalık olduğu inancı hastayı strese sokmakta, bu da bağışıklık sistemini bozmaktadır. Günümüzde kanseri yenebilmiş birçok hasta bulunmaktadır. Bu nedenle kanseri yenebilme ihtimalinin olduğu ve birçok hastanın kanserden kurtulduğu unutulmamalıdır. Kişi kendisine bu yönde telkinde bulunabilir veya psikoterapi, hipnoz gibi tekniklerden yardım alınabilir.

24. Hastanın günlük hayat tarzının ve alışkanlıklarının değiştirilmesi: Fiziksel, zihinsel ve sosyal davranışlar, kanser oluşumunda ve ilerlemesinde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle yaşam alışkanlıkları ve hayat tarzının yeniden düzenlenmesi gereklidir.

25. İmmun sistem ve kendini iyileştirme gücünün kazanılması için gerekli adımların atılması için tıbbi yardım alınabilir.

26. Kanserli hastalarda psikolojik destek yapılması çok önemlidir. Bunda hastanın sosyoekonomik düzeyinin belirleyici rolü vardır. Hastanın eşi, çocukları, akrabaları ve diğer yakın çevresinin, tıbbi ekiple birlikte hareket etmesi yararlı olabilir. Hastanın stresinin, endişesinin ve moral bozukluğunun azaltılmasında psikiyatrist ve psikolog desteği önem taşımaktadır. Çalışmalarda kanserli hastaların kanser tanısının farkında olmaklarının ve bu tanıya duygusal tepki verilmesinin olumlu olduğu, hastanın bir süre sonra uyum gösterdiği saptanmıştır. Bunun da kanser tedavisinin başarı şansını arttırdığı gösterilmiştir (TemoshokL, Dreher H. The Type C Connection: The Behavioral Links to Cancer and Your Health. New York: Random House; 1992.). Bazı çalışmalarda da destek gruplarına katılmanın sağkalımı iyileştirdiği gösterilmiştir (Spiegel D, Lancet. 1989. Goodwin PJ, N Engl J Med. 2001). Bu çalışmalar çeşitli toplumların kültürlerine göre farkılık gösterebilir. Çünkü entellektüel ve sosyal düzey, tanının farkında olma ve algılama yeteneğini, tanıya verilen tepkileri değiştirmektedir. Ülkemizde de en önemli sorunlardan birisi hastaya tanının söylenip söylenmemesi meselesidir. Bu konuda hastanın istekleri ve psikolojik durumu da göz önüne alınarak aile ile görüşüldükten sonra karar verilebilir.

27. Fazla aktivasyon içermeyen kişiye zarar vermeyecek seviyede egzersiz yararlıdır. Egzersiz gerekirse sandalyede oturarak bile yapılabilir. Özellikle kemik metastazı gibi ağrılı durumları olan hastalarda, aktif egzersiz yerine hafifçe yapılan germe egzersizleri daha yararlı olmaktadır. Kansere bağlı iskelet kaslarının zayıflaması, normal gıda alımında bile görülmektedir. Bu durum besinsel desteklerin kullanılmasıyla bile düzeltilememektedir. Egzersiz ve dayanıklılık kansere bağlı kas kaybının azaltılmasında ve yorgunluğun önlenmesinde yararlıdır. Bu konu daha çok HIV’ li hastalarda araştırılmıştır. Bu hastalarda yavaşça arttırılan direnç egzersizlerinin kas kitlesinde ve yağsız et oranında artış sağladığı gösterilmiştir. Haftada üç gün 8 hafta bu tür direnç egzersizi ve arkasından 8 hafta da normal egzersiz yapılmakta ve bu döngü devam ettirilmektedir. Egzersiz ayrıca içsel büyüme faktörlerinin düzeylerini arttırmakta, depresyonu azaltmakta, özgüveni arttırmakta ve immun yanıtı iyileştirebilmektedir. Ayrıca çalışmalarda egzersizin toplam vücut ağırlığını, yağsız et içeriğini, egzersiz kapasitesini ve yaşam kalitesini arttırdığı gösterilmiştir. Bu çalışmalar genellikle HIV’ li hastalarda olmakla birlikte, patolojik değişiklikler kanserli hastalarınkine benzemektedir. Bu nedenle kanserli hastalarda benzer egzersiz yaklaşımlarının uygulanmasının yararlı olacağına inanılmaktadır. Yeni yapılan bir çalışmada meme kanseri tanısı ve tedavisi alan erken evre hastalarda düzenli ev egzersizlerinin bile kondisyonun düzelmesini ve iyileşmenin artmasını sağladığı gösterilmiştir. Egzersiz programı haftada iki gün 10 dakikadan başlanmış ve sonra kademeli olarak haftada beş gün 30 dakikaya arttırılmıştır (Pinto BM, J Clin Oncol 2005).

28. Gevşeme teknikleri, vizüalizasyon ve meditasyon gibi yardımcı yöntemlerle kişi kendi kendisini destekleyebilir, motive edebilir.

29. Enerji Hekimliği desteği: Akapunktur, shiatsu, homeopathy ve refleksoloji bu gruba girmektedir. Günümüzde bu yöntemlerin yaşam kalitesini arttırdığı iyi bilinmekte ve yoğun olarak kullanılmaktadırlar.

30. İyileştirme yardımı: Terapistin hastanın enerji sahalarındaki (aura) cildinin üstüne veya çok yakınına ellerini koyarak yaptığı ve enerji dengelenmesine yaradığına inanılan meditasyon şeklidir ve kemoterapinin alındığı günlerde ve haftalık uygulanmasının yararı olabilir. Daha çok psikolojik destek ve motivasyona neden olarak yardımcı olmaktadır.

31. Destek: Eşi veya medikal ekip tarafından hasta desteklenir, pozitif yönde motive edilir. Destek grupları da bu konuda büyük yardım sağlamaktadır. Bir çok insan, destek gruplarını çeşitli nedenlerle küçümsemektedir. Fakat, özellikle hastaların yaşadıkları çevredeki deneyimli terapistlerden optimum şekilde yararlanılmasını sağlamaktadır ve yararlı olduğu gösterilmiştir.

32. Masaj tedavisi: bu yöntem vücudun işlevlerinin düzenlenmesinde yumuşak dokulara doğrudan fiziksel müdahale yapılmasıdır. Terapistler özel bölgeleri değerlendirir ve hastanın durumuna göre uygun masaj yaklaşımını seçerler. Masaj tedavisi ile kas gerginliğinin azaltılması, ağrının azaltılması, bağışıklık sisteminin ve nöroendokrin sisteminde iyileşme, gevşeme ile birlikte vücudun oksijen ihtiyacının azalarak metabolizma üzerine olan baskı azalması, rahatlamaya bağlı olarak alfa beyin dalgalarının sıklığı ve yoğunluğunda artma, kan laktat seviyesinin azalması, özellikle tansiyon yüksekliği olanlarda tansiyonun düşmesi, kalp hızının ve solunumun yavaşlaması, kas gerginliğinin azalması, bacak ve kollara kan akımının artması, endişenin azalması, pozitif yönde zihinsel etkileşim ve uyku kalitesinde düzelme sağlanabilmektedir. Kortizol ve katekolaminler gibi stres hormonlarının azalması, masajın olumlu etkilerini göstermede anahtar rollerden birisini oynamaktadır. Masaj tedavisi bazı insanlarda tehlikeli olabilir:

• Pıhtılaşma bozukluğu nedeni ile kanamaya eğilimi olanlarda, masaj tedavisi dokularda veya iç organlarda kanamaya neden olabilir. Böyle hastalarda hekiminden onay alındıktan sonra düşük basınç ile masaj yapılabilir ve derin organ masajı yapılmaz.

• Kemiklerde metastazı olan hastalarda masaj tedavisi kırıkların gelişmesine neden olabilir. Bu nedenle hekimi ile görüşülerek metastaz kemik metastazı bölgeleri belirlenir ve bu bölgelere yapılan masaj daha düşük basınç uygulanarak yapılır veya yapılmaz.

• Radyoterapiye bağlı dermatit gibi açık yaraların olduğu durumlarda bu bölgeye masaj yapılması ağrı ve enfeksiyon gelişme riskini arttırmaktadır. Bu nedenle bu bölgelere masaj yapılmamalıdır.

İsveç, şiatsu, derin doku, lenfatik dolaşım, spor masajı, refleksoloji masajı ve sinir-kas masajı gibi masaj çeşitleri bulunmaktadır. Yapılan masajlar esnasında uygulanan teknikler:

-Efluraj: Parmak, el ve önkol kullanılarak yumuşak ve sabit darbelerle okşama tarzı masaj yapılmakta olup gevşetici doğadadır. Kayganlaştırıcı jeller masajı kolaylaştırır.

- Petrisaj: Kaldırma, sıkıştırma, yuvarlama ve ovuşturma işlemlerini içeren daha sert yoğurma olarak tabir edilen masaj: gevşetici veya uyarıcı etkinliktedir.

-Perküzyon: Darbeler hızlı, ritmik ve basınç uygulayıcı tarzda olup genellikle ellerin iç yüzü ile masaj sahasına vurma şeklinde uygulanmaktadır. Bu teknik genelde uyarıcı doğadadır.

-Kompresyon: doku katmanlarının birbirinden ayrılması amacıyla vücuda basınç uygulanmasıdır. Bu teknik hafif ve nazik yapılabilir ve rahatlatıcı özellik taşımaktadır.

-Vibrasyon: el, parmak veya mekanik bir cihaz yardımı ile masaj sahasında hızlı ve ritmik titreşimler sağlanmasıdır. Bu teknik başlangıçta uyarıcı olup, daha sonra gevşetici özellik kazanmaktadır. (Hernandez-Reif M, J Psychosom Res 2004. Hernandez-Reif M, Int J Neurosci 2005. Corbin L, Cancer Control 2005).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...